9 Eylül 2014 Salı

Adalet (barış), Millet İradesi ve Üstünlük & Adalet Mülkün Temelidir; Ne Demek?.., Mustafa Nevruz SINACI

Adalet (barış);
Millet İradesi ve Üstünlük 
Mustafa Nevruz SINACI
            Adı “Adalet ve Kalkınma” olan partinin olağanüstü büyük kongresinde, hatipler adeta haykırıyor, başta Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) olmak üzere, Cumhuriyet Baş Savcıları dâhil bütün adalet ve hukuk cihazı camiasına telkin, tembih ve tehdit dolu mesajlar göndermekte birbirleri ile yarışıyorlardı!.. (Ankara, 27 Ağustos 2014)
Onlara göre: Hiçbir şey (güç, kuvvet veya erk) millet iradesinden üstün olamazmış!.
Özellikle, 27 Mayıs sonrası ve bizatihi 27 Mayıs’ın (12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve sair post modern darbe, sulta/cunta, vesayet kalkışmalarının) henüz yargılanmadığı; Şahsi ahvaller dışında (Nürmberg Mahkemeleri gibi), bütün olayın maşeri vicdan (HÂKİM) önüne çıkartılıp sorgulanmadığı bir Türkiye’de, bu söz çok iddialıdır. Mübalâğalı, ağdalı, abartmalı ve belli ki “icraattan dolayı duyulan rahatsızlıklardan mütevellit”, aba altından sopa gösterme amacına matuf bir söylem kabilindendir!..
Esası demagoji, hayal ve ütopyadır.
Zaten de öyle algılanmıştır…
Yine de gelin, bu iddia ve ihtirasın mümkün olup olamayacağına bir bakalım:
Ancak burada, öncelikle millet iradesinin tezahür biçimi son derece önemlidir.
Medeni ülkeler ve yerleşik, kurumlaşmış namuslu-dürüst, ilkeli-onurlu, sorumlu-soylu ve saydam demokrasilerde “bire/bir” yani, doğrudan vekâletle temsil hakkı verilmiş bireylere Millet Vekili denir. Doğrudan seçmen tarafından önerilerek, tayin ve tespit edilmemiş kişinin milleti temsil hakkı yoktur. Bu ve mümasil (benzer) kişiler ancak patronları, parti sahipleri ve icabında dâhil oldukları “saadet zincirinin” menfaatlerini temsil ve ilzam ederler…
Dolayısıyla Milletin değil; 
Vesayetin vekillerine parlamenter denilir.
Son elli yılda bu usul-esas ve kriterlere uygun olarak: Namuslu, dürüst, demokrat ve şeffaf usullerle seçilmiş, gerçek bir “MİLLET VEKİLİ” var mı acaba?. Malûm sürece dair tarihte yazmıyor. Bilen varsa beri gelsin!.. Velev ki, Milletvekilleri bu esas ve usullere uygun seçildi. Millet tercihinin eseri, şaibesiz vekiller ve “devlet idaresinde millet iradesinin” tecelli unsurları oldu. Bu takdirde adalet’in üzerinde ve adalete rağmen bir irade ortaya konulabilir mi? Müştereken Meclis dahi adalete aykırı bir karar alabilir ve uygulamaya sevk edebilir mi?
Cevap: Kesinlikle HAYIR, asla ve kat’a mümkün olamaz’... 
Tam burada bir hatırlatma yapayım:
Bu gün 1 Eylül Dünya Barış Günü (01 Eylül 2014) 
Barış öyle bir kavramdır ki; Sadece Adalet hüküm sürdüğünde gerçekleşir.
Bir ülke, aile, kabile, kurum veya dünyada Adalet yoksa Barış yoktur. Ülkenin bütün kurum ve kurulları ile hayatın her alanında adalet yoksa sadece zulüm, eziyet, işkence, gasp, irtikap, terör/tedhiş ve sömürü vardır. Nizamı âlemde; Daha açık ve doğru bir tanımlama ile evrensel hukukta; Haklı, doğru-iyi ve dürüstlerin güçlülüğü>meşruiyeti esastır. Özellikle vahşi batının ‘şeytani kuramı’ olan “insan insanın kurdudur” itikadında ‘güçlülerin haklılığı, hâkimiyeti ve meşruiyeti’ esas olmakla beraber; Bu yol, meslek veya meşrep orijinal/objektif İnsan (canlı) Hakları, Adalet, adalet ahlâkı ve hukuka kesinlikle aykırıdır.
Amma lâkin (sözde) Müslüman âlemin içine düştüğü gayya çukuru; Nefret, ifrat, hırs, ihtiras, zaaf, fetret ve “kifayetsiz muhterisler” ile millet iradesini “sahtecilik, yalan ve hileyle” gasp ederek hükümferma olan kripto tiranlar dolayısıyla, yüzler Kâbe’den batı’ya çevrilerek; Adalet, hakikat ve faziletin nuru, kötülük ve kul hakkının karanlığına iblâğ olmuş (dönüşmüş) bulunmaktadır. Bunun anlamı:
Şu anda dünyada özgür, hür ve hükümran bir İslâm ülkesi yok demektir.
Oysa, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılında, başta İran olmak üzere; Afganistan ve Türkiye hür, bütünüyle özgür ve hükümran (egemen) ülkeler idi!..
İşte günümüzün fotoğrafı budur.    
Peki, “ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR” ne demek?
***
Adalet Mülkün Temelidir; 
Ne Demek?..
Mustafa Nevruz SINACI   
            Önce “Adalet” ne demektir? ADALET: Hak (Rab) kanunlarına, yani evrensel hukuk kurallarına uygunluk.. Herkese hakkını vermek, lâyık oldukları muameleyi yapmak, haksızları terbiye etmek; Suçluları mutlaka cezalandırmak, zulüm yapmamak, saygı, insaf ve merhamet sınırları dâhilinde insanları idare, barışı koruma, ekolojiyi himaye ve devleti idame etmektir.
Adalet kelimesinden türeyen Mâdelet=adaletli olmak; Kelimenin kökeni olan Dâd ise, Cenab-ı Hakk'ın emrini, emrettiği şekilde tatbik ve suçlu üzerinde icra etmek anlamında olup; Uygulamada “Hak sahibine hakkını vermek” ve “haksız, zalim ve bilumum suçluları te'dip ve terbiye, ta'zip ve tecziye (cezalandırmak ve ıslah) etmek anlamına gelir.
Ayrıca “Evrensel Adalet”, “İlâhi Adalet” hükmündedir. Halkı ve devleti idare, hukuku (kurulu düzeni) idame ile görevli, bizzat halk tarafından (aracısız/dolaysız) seçilmiş vekillerin meşruiyeti ile buna dayalı Yargı erk’i ve hükümetlerin meşruiyeti de adaletle kaimdir. Yargı, tam bir tarafsızlık ve bağımsızlıkla adalet üretemiyorsa, “gayrimeşru” demektir. Ne pahasına olursa olsun Meclisin bu zulmü düzeltmesi zorunludur. Görev hükümete değil Meclis’e aittir.
            Hükümetler de aynen mahkemeler gibi; Karar, icra, iş ve işlemlerinde adil olmaya, hak ve adalet üzere hareket etmeye mecburdur. Adil olmayan hükümeti def ile öncelikle ve evvelâ muhalefet görevli-yetkili ve sorumludur. Paralelinde adalet cihazı, Meclis ve nihayet ordu! Şu kadar ki adil olmayan hükümete itaat caiz değildir. 
Kuramın Arapça aslı “El-adlü esâsü’l-mülk”tür. Türkçede ‘mülk’ kelimesi ‘Mahkeme kadıya mülk değil’ söylemindeki gibi genellikle taşınmaz (gayrimenkul) anlamında kullanılır. Oysa Arapçada hükümran devlet, müstakil düzen, ülke, egemenlik, iktidar, saltanat, özgürlük anlamlarına gelir. Yani ‘Adalet mülkün temelidir” sözüyle özellikle ve ağırlıkla kastedilen: “Devletin veya düzenin esası adalettir.” Hükmü, hayati unsur ve evrensel gerçeğidir.
            Bu gerçek, Mecelle, Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilimi disiplinleri gibi objektif ilmî kaynaklar ve medeni siyaset normunda açıklandığı ve tanımlandığı üzere: Meclis (YASAMA) nezdinde.; Millet Vekillerinin ortak ve mutlak sorumluluğu altında; Adalet cihazı (YARGI) “tarafsız ve bağımsız”; Hükümet (YÜRÜTME) ise, sadece Anayasa ve Anayasaya kesinlikle uygun olmak koşuluyla Yasama ve Yargı Kararlarını uygulamakla memur ve mükellef olup; Kuvvetlerin her biri, devlet içinde “nevi-i şahsına münhasır” erklerdir. Şu kadar ki: Yasama kendine amir; Yargı ve yürütme ise Yasamaya bağlı kurum ve bağlı kuruluşlar hükmündedir.
            Yani: Tepeden-tırnağa, tabandan zirveye/çatıya, devlette adalet hâkim ve hükümferma olmadıkça; İnsani, hukuki, ahlâki ve medeni bir devletten söz edilemez. Devlet, Demokrasi, Cumhuriyet ve Lâiklik “olmazsa olmaz” kabilinden özgün kurallar bütünüdür. Hükümetler sadece ve yalnızca bu düzeni geliştirmek, iyileştirmek, mükemmele ulaştırmak;  Daha kavi, sağlam ve mükemmel kılarak “haklıların güçlülüğü, iyi insan ve iyi vatandaşların” mutluluğu yönünde yükseltmek için Meclisle ortak çalışarak görev yapmak zorunda ve durumundadırlar.  
            ‘Esas’ kelimesi için seçilmiş olan ‘temel’ yanlıştır. Çünkü bir ‘toplumsal sözleşmenin’ devlet ve adalet temelinde teşkili önemli olmakla beraber; Asıl şart adalet ve hukukun devlet binasının “temelden, tavana bütün huzme ve hücrelerine” nüfuz etmiş bulunmasıdır.
Adalet, devlet temelinde mevcuttur” biçiminde bir iddia ve telâkki ile otaya çıkılıp; hükümet işleri “kitabına uydurulmak” kabilinden sevk, idare ve idame olunamaz. Söz, kuram ve kural’ın sahibi olan Hz. Ömer’in anlayışına göre “adalet bir devletin temelinde olduğu gibi tepesinde de, yani her zerresinde mevcut olarak fiilen hayat ve vücut bulmalıdır.
Adalet temeli üzerine bina edilen kurum ve kuruluşların çatısında zulüm yaşanırsa, o binada adaletin varlığından söz edilemez. Halkın idaresiyle iştigal edip; En az Hazreti Ömer veya aynı dönemin “putperest İran Kisrası Nûşirevan” kadar adil olamayan Amirler ile; “Adaletsiz amirler karşısında dilsiz şeytan kesilen Âlimler” manâ itibarıyla sadece bir Köpek hükmündedirler. Biline… Netice olarak:
            Adaleti Meclisler tesis; 
          Yargı cihazı temin ve 
          Hükümet’ler ifa ve icraya mecburdur. 

8 Eylül 2014 Pazartesi

İHANETİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ; Suay Karaman

İHANETİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Suay Karaman
10 Temmuz 2014 tarihinde AKP, CHP, HDP’nin oylarıyla TBMM’de kabul edilen ve 16 Temmuz 2014 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 6551 sayılı “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun”, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne ihanet yasasıdır ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na da aykırıdır.
*
Bu yasa ile teröriste silah bıraktırılmayacak, onun yerine Türk ordusuna silah bıraktırılacaktır. Bu yasa ile terör sona erdirilemeyeceği gibi, Türkiye Cumhuriyeti bir bütün olarak teröre sürüklenecek, terörist ve işbirlikçisi korunacaktır. Bu yasanın sonucunda Türkiye’de ulusal ve üniter devlet örgütlenmesini dağıtma süreci başlayacaktır ve buna bağlı olarak ülkemizde etnik ayrışmalar ve mezhep kopmaları tetiklenecektir. Kısaca bu yasa bir ihanet yasasıdır.
*
Bu yasa için TBMM’de 237 kabul, 37 ret olmak üzere toplam 274 milletvekili oy kullanmıştır. TBMM’deki 537 sandalyenin dağılımı şöyledir: Adalet ve Kalkınma Partisi 313, Cumhuriyet Halk Partisi 130, Milliyetçi Hareket Partisi 52, Halkların Demokratik Partisi 27, Demokratik Bölgeler Partisi 1, Bağımsız 14. Bu dağılıma göre oylamaya milletvekillerinin %51’i katılmış ve ülkemizin bütünlüğünü ilgilendiren bu önemli yasa %44 oyla kabul edilmiştir.
*
Bu yasanın iptal edilmesi için Anayasa Mahkemesi’ne 110 milletvekilinin başvurması gerekmektedir. Resmi Gazete’de yayınlandığı tarihten itibaren başlayan 60 günlük başvuru süresi, 17 Eylül 2014 tarihinde dolmaktadır. Ne yazık ki kendilerine ‘ulusalcı, milliyetçi’ diyen milletvekillerinden henüz bir ses çıkmamaktadır.
*
5-6 Eylül 2014 tarihlerinde ana muhalefet partisi CHP’nin olağanüstü kurultayı vardı. Bu kurultayda Dersimli Kemal, “Yerel Yönetimler Özerklik Şartını mutlaka getireceğiz” derken, rakibi Yalova Kaymakamı ise, ulusalcılık gösterileri yaparak, gaz almaya devam etti. Bakalım CHP milletvekillerinin aklına, bu ihanet yasasının iptali için imza vererek,  Anayasa Mahkemesi’ne gitmek ne zaman gelecek?
*
Dersimli Kemal, bu kurultayda ne yerel seçimlerdeki başarısızlıktan, ne de cumhurbaşkanı seçiminde yaşatılan hezimetten tek kelime bile söz etmedi. Parti içi muhalefetin önünü kesmek için danışıklı olarak aday yapılan Yalova Kaymakamı, temel konular hakkında hiçbir söz söylemedi, ince ince konuştu.
*
Bu kurultaydan CHP’nin güçlü ve güvenli olmasını, etkili, başarılı bir muhalefet yapmasını, Atatürk ilkelerine sıkı sıkıya sarılan, devrimciliği ön plana alan bir yapıda çıkmasını isteyenler yine üzüldüler. CHP’yi tarikatlara, liboşlara, bölücülere ve Atatürk düşmanlarına açarak, verilen görevi yerine getirenlerden umut olmaz, fayda gelmez. İhanete dur demeyenler de, ihanete ortaktırlar. Gelecek için bir umut yaratamayan bu kurultay, 2015 seçiminin başarısızlığına da şimdiden zemin hazırlamıştır.
*
6 Eylül 2014 tarihinde, Boğaziçi Üniversitesi’nde yüksek lisans yaparken, Moon tarikatının Dünya Dinleri Gençlik Semineri’ne katılan  Ahmet Davutoğlu başkanlığında kurulan 62. Cumhuriyet Hükümeti, 306 kabul, 133 ret oyu ile güvenoyu alarak, göreve başlamıştır. Toplam 536 milletvekilinden, 439 kişi oy kullanmıştır. Yani %82 oranında oy kullanılmıştır.  CHP Genel Başkanı bile güven oylamasına katılmamıştır. CHP'nin devam eden kurultayı nedeniyle, parti meclisine aday olmayan milletvekilleri güven oylamasına katılmışlardır. Yaklaşan genel seçimler düşünülünce, parti meclisi üyeliğini her şeyin üstünde tutan milletvekillerinin, yaptığı yasama görevi anca bu kadar olur.
*
12 yıldır ülkeyi her türlü ihanete sürükleyen, terörü azdıran, toplumu yoksulluğa, açlığa, işsizliğe terk eden ve her türlü  yolsuzlukları ortaya çıkan siyasi iktidarın devamı olan bu yeni hükümet, muhalefetin olmadığı yerde, dikensiz gül bahçesi gibi aynı olumsuzlukları yapacaktır. Muhalefet görevini toplumun gazını almak olarak algılayanlar, dış güçlerin desteğiyle muhalefet görevi yapanlar toplumu daha ne kadar kandırabileceklerdir? Her şey ortaya çıkmış ancak halen örgütlü, dik, bilinçli ve kararlı bir yapı yoktur. En kısa sürede böyle bir yapıyı oluşturmak için yurtseverlerin ve emperyalizme karşı olanların bir araya gelmesi, tüm toplumun ortak dileğidir..

1 Eylül 2014 Pazartesi

Cumhurbaşkanı Erdoğan'da,Başbakan Davutoğlu'da,AKP'de Av.Prof.Dr.Metin Feyzioğlu'nun karşısında dayanamadı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'da,Başbakan Davutoğlu'da,AKP'de Av.Prof.Dr.Metin Feyzioğlu'nun karşısında dayanamadı.


TÜRKİYE01 Eylül 2014 Pazartesi - 16:59

TBB Başkanı Metin Feyzioğlu, Yargıtay Adli Yıl Açılış töreninde yaptığı konuşmada; "Düşmanımız kin ve keyfiliktir bizim. Yargıya, dolayısıyla adalete, dolayısıyla ülkenin temellerine ve geleceğine yönelmiş açık ve yakın en büyük tehlike 'keyfilik'tir" dedi.

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, Adli Yıl Açılış töreninde konuştu. Feyzioğlu, "Adalet, mülkün yani ülkenin temelidir" diyerek, avukatların, hâkimlerin ve savcıların ülkenin temel taşları arasında yer aldığını söyledi. "Adalet ülkenin temeli olduğuna göre; yargı camiasını, avukatları, hâkimleri, savcıları düşman ilan etmek, yargıyı itibarsızlaştırmak, devleti temellerinden sarsmaktır" diyen Feyzioğlu, sözlerine şöyle devam etti:
"Bu güzel ülkenin kahraman, fedakâr, asil, namuslu, vicdanlı avukatları, hâkimleri, savcıları; Düşmanımız kin ve keyfiliktir bizim. Biz ise kin tutmayız, keyfilik yapmayız. Adalet ise bütün bunların, öyleyse geleceğimizin güvencesidir. Yargıya, dolayısıyla adalete, dolayısıyla ülkenin temellerine ve geleceğine yönelmiş açık ve yakın en büyük tehlike 'keyfilik'tir. 'Devlet benim' keyfiliğidir. 'Ben ne dersem o olur' keyfiliğidir. 'Sadece benim istediğimi düşünebilirsin, söyleyebilirsin, yazabilirsin' keyfiliğidir. 'Benim istediğim gibi karar vermez, benim işime geldiği gibi düşünmez, benim dediğimi yapmazsan seni hain ilan ederim, hedef gösteririm' keyfiliğidir. 'Benim adamımsan idarenin her düzeyinde işin istediğin gibi yürür, benden değilsen insanca yaşama hakkın dahi yoktur' keyfiliğidir. 'Anayasa'yı tanımam, kanunu hiç tanımam' keyfiliğidir. 'Yasama da, yürütme de, yargı da benim olsun, benim değilse hain olsun' keyfiliğidir. 'Avukatı dışlamak yoluyla avukatın savunduğu yurttaşı sistem dışına çıkarma keyfiliğidir.' 'İnsanı yaşat ki devlet yaşasınö demek yerine, vatandaşı devlete hizmetkâr yapma keyfiliğidir.' Her yapılan eleştiri ve öneriye 'geçmişte de böyle değil miydi' diye cevap verip, vatandaşa daha iyiyi, daha güzeli çok görme keyfiliğidir. Bu keyfiliklere karşı Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumları dik duracaktır."
"AVUKATLARIN MESLEKLERİNİ ADALET BAKANLIĞI BASKISI OLMAKSIZIN İCRA EDEBİLMELERİNİ SAĞLAYACAĞIZ"
TBB Başkanı Feyzioğlu, el ele vererek insanlara güven veren ve adalet dağıttığına inanılan bir sistem inşa edeceklerini dile getirerek; "Bizler, el ele vereceğiz; hep birlikte, insanlara güven veren, adalet dağıttığına inanılan bir sistemi inşa edeceğiz. Hâkim bağımsızlığını ve tarafsızlığını, savcı teminatını, avukatların mesleklerini Adalet Bakanlığı baskısı olmaksızın icra edebilmelerini sağlayacağız. Yargının kurucu unsurlarının birlikte çalışmalarını sağlayarak, adil yargılama yapmalarını, böylece gerçeği gerçek olmayandan, suçluyu suçsuzdan, haklıyı haksızdan ayırt etmelerini mümkün kılacağız. Yargının kendi içindeki keyfiliklerin hesabını, yargı bağımsızlığı ilkeleri çerçevesinde verebilir hale gelmesini temin edecek bir düzeni kuracağız. Kişilere göre şekillenmeyen, çağdaş dünyanın ihtiyaçlarına çözüm üreten bir yargı sisteminin zorunlu olduğunu tüm topluma ve siyasi partilere anlatacağız. İşte bunu başardığımız gün, yargı mensuplarının ve kamu görevlilerinin cesaretine bel bağlayan bir toplum olmaktan çıkıp, her bireyin sisteme güvendiği, sistem içindeki kişilerin ne yapacağını bildiği ve böylece hukuki güvenliğe sahip olduğu çağdaş, demokratik bir toplum olacağız. İşte o gün, Cumhuriyet'in kuruluş idealini el birliğiyle gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşayacağız" ifadelerini kullandı.
"SAVUNMA HALA BASKI ALTINDADIR"
Feyzioğlu, ülkedeki avukatların baskı altında olduğunu iddia ederek şunları kaydetti; "Bugün, savunma hala baskı altındadır. Avukatlar, mesleki faaliyetleri nedeniyle soruşturulmakta ve kovuşturulmaktadır. Avukatın görevi, insanların haklarını, onların kullanımına sunmaktır. Şu halde avukat, toplum içinde yaşayan insanı birey yapan meslek mensubudur. Avukatın hak ve yetkilerine veya avukatın doğrudan doğruya yaşamına ya da vücut bütünlüğüne yönelen her saldırı, aslında bu ülkede yaşayan herkesin temel haklarına yönelmiştir. Rejimi ne olursa olsun bütün devletlerde uyuşmazlıkları çözmek üzere kurulmuş mahkemeler vardır. Ancak sadece demokratik hukuk devletlerinde etkin ve yargının kurucu unsuru niteliğini taşıyan bağımsız savunmadan söz edilebilir. Etkin ve bağımsız savunmanın olmadığı rejimlerde, hâkimler ve savcılar idarenin memurlarından ibarettirler. Avukatların meslek alanı sürekli olarak daraltılmakta, münhasıran avukatlar tarafından yerine getirilebilecek faaliyetlerin sayısı giderek azaltılmaktadır. Etkili sosyal güvencemiz hala yoktur."
"DEVLETLERİ, KEYFİLİK YAPAN İDARECİLER YOK EDER"
Feyzioğlu, devlette keyflilik yapan idarecilerin devleti yok edeceğini ileri sürerek, meslektaşlarına 'kenetlenme' çağrısı yaptı. Feyzioğlu şunları kaydetti; "Keyfilikten kaynaklanan sistemsizlik sorunu, bizim en önemli meslek sorunumuzdur. İster avukat, ister hâkim, ister savcı olalım bütün meslek sorunlarımızın özünde, hukukun üstünlüğünü tanımayanların, üstünlerin hukuku peşinde koşanların sebep olduğu bu keyfilik vardır. Mesleğimizin itibarı, devletin tüm erklerinin ve kurumlarının hukuka saygılı olmanın gereğine inanmış olmasına bağlıdır. Alın terimizin değeri, hukuk devleti olmamıza bağlıdır. Yatırımcının daha çok yatırım yapması, daha çok iş ve istihdam yaratılması, işsizliğin ortadan kaldırılması, işçi, memur, köylü, kentli, öğrenci, kadın, erkek, genç, yaşlı, emekli herkesin geleceğe güvenle bakması, kendini güvende hissetmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanmasına bağlıdır. Ortadoğu kan gölüne dönmüş, mezhep savaşları sınırlarımıza dayanmış, her gün insanlık katledilirken, Türkiye'nin başka devletleri, onların kamuoylarını ve uluslararası örgütleri harekete geçirerek bu vahşeti durdurması, kendi içimizde insan haklarını gerçekleştirmemize bağlıdır. Devletleri, keyfilik yapan idareciler yok eder. Milletleri, keyfilik yapan idareciler felakete sürükler. Devlet idarecilerini tarihe altın harflerle geçiren; dönemlerinde yapılan yollar, köprüler, binalar değil, keyfilik yapıp yapmadıkları, adaleti hakim kılıp kılmadıklarıdır. Çünkü adaletsizlik nedeniyle insanların çektikleri acılar, yapılan inşaatları gölgede bırakır. Keyfiliğin panzehiri, hukukun üstünlüğünü savunmaktır. Haksızlıklara karşı, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yapılırsa yapılsın birlikte tavır almaktır. Gün, bugündür.
Gün, hukukun üstünlüğü için avukat, hakim ve savcıların kenetlenmesi günüdür. Gün, Cumhuriyet devriminin ışıklı yolunda demokrasi ve özgürlükler için omuz omuza mücadele etme günüdür. Bu mücadele elbette kazanılacaktır. Çünkü özgürlük daima kazanmıştır."(PHA)